Siz hiç ejderha gördünüz mü? Tabii ki de görmediniz. Ancak neye benzediklerini çok iyi biliyorsunuz. Bu sisli ve efsanevi geçmişe sahip canavarlar kültürümüzde öyle bir yer edinmişler ki her köşe başında karşımıza çıkıyor; fantastik kurgu öğeleri olarak kabul edebileceğimiz niteliklere sahip birçok gerçek hayvandan daha çok ilgi görüyorlar. Peki, efsanelere ve mitlere konu olan bu ejderhalar günümüze kadar nasıl unutulmadılar? Bunun da kolay bir açıklaması var;
Hollywood, bilgisayarda üretilmiş görüntü (CGI) teknolojisi ile yarattığı ejderhaları kötülüğün simgesi (Yüzüklerin Efendisi) veya insanların en yakın dostu (Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?) haline getirmeden önce ejderhalar, ara ara kitap veya parşomen üzerine yapılan çizimlerle desteklenen, dilden dile dolaşan hikayeler ile varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak böylesi bir geçmiş, mitoloji alanında çalışan akademisyenleri uzun süre meşgul edecek bir soruyu da beraberinde getirmiştir: İnsanlar, sayısız kültür ve dil varyasyonu oluşturmuş, büyük ölçüde birbirinden farklı iklimleri ve coğrafyaları yurtları olarak benimsemişlerdir. Ejderha mitleri, bunca kültür, dil, coğrafya ve iklim farklılıklarına rağmen nasıl farklı kültürlerde defalarca yazılmış ve yaratılmıştır? Bu ejderha mitleri, neredeyse iki ayaklı memeli atalarımızı takip etmiş; sessizce arkalarından uçmuş ve karşılaştığı yeni doğa şartlarına kendini adapte etmiş gibidir.